19 Haz 20239 Dakika

Sanatsever misiniz?

Post thumbnail

Cinaslı Bir Soru; Sanatsever Misiniz? / Sanat Sever Misiniz?

İki cevaplı cinaslı bir soru sorduk; cevaplar da iki farklı yazardan! Bu en temelde Hendeseli’nin sanatta etik arayışına karşılık geliyor..

“Sanatsever misiniz?”

“Sanat sever misiniz?”

Sanatsever Misiniz?

Sanatsever olduğumuz konusunda hemfikiriz ancak sanatsever kimdir, sanatsever olmak için gerekli koşullar nelerdir gibi pek çok konuyu gelin, birlikte irdeleyelim.

Yaşamak için ihtiyaç duyduklarımız arasında sanatın tüm öğeleri yer alıyor. Sanatçının ve ürettiği işlerin meraklısıyız. Merak ettiğimiz sergileri yakından görüyor, yeteneğini sevdiğimiz oyuncuları ve müzisyenleri sahnede izliyoruz. Yeni keşfettiğimiz sanatçıları veya sanat işlerini çevremizle paylaşarak bireylerin sanat üretmek konusunda manevi destekçisi oluyoruz.

Sanatsever Kimdir?

Sanatsever, sanata ilgi duyan, sanatsal faaliyetleri yakından takip eden, bu faaliyetlere sıkça katılan; sanatı koruyan ve yücelmesi için destekleyen, entelektüel seviyesi yüksek olan bireylere denir. Sanatsever bireylerin, sadece yaşadığı ülkenin değil; dünya üzerinde ortaya konan sanatı da önemsemesi, koruması ve sanatçıya destek olması beklenir.

Sanatsever Nasıl Olunur? Bir Sanatsever Sanat için Ne Yapar?

Sanatsever, sanatçının desteklenmesinde, sanat eserlerinin korunmasında ve tanıtılmasında aktif rol alandır. Sanatsever olarak tanımladığımız bireylerin, sanat konusunda hassas davranması beklenir. Her türlü sanat eserini korumak, eserlerin akıbetini sorgulamak, olgun sanatçıları yüceltmek ve genç sanatçılar için destekleyici tarafta olması gerekir. Sanatın ve sanatçının daha fazla bireye ulaşması için yerel ağlarla iş birliği yoluna gitmeli, reklam ve pazarlama çalışmalarında rol almalıdır.

Sanatsever, sanatçı plastik sanatlar alanında üretim yapıyorsa sanat eseri alarak; performans ve sahne sanatlarında aktif ise etkinliklerine bilet alarak, yeni etkinlikler talep ederek sanat emekçisinin yanında durmalıdır.

Bir sanatsever, sanat içerisinde ortaya çıkan olumsuzluklara en az sanat emekçisi kadar ses çıkarmalı, gerekli durumlarda kendi bilgi ve birikimini sanatçıya aktarmalıdır. Eksik veya yanlış gördüğü kültür sanat politikalarına karşı yetkililerden daha iyi hizmet talep etmelidir.

Sanatseverler

Sanatsever bir bireyin, gittiği kültür sanat etkinliklerinde beğendiği sanat işlerini ve beğendiği sanatçıları sosyal medya üzerinden paylaşması tek başına sanatsever olmaya yetmez. Gerek sanat merkezlerinin gerek sanatçıların ortaya koyduğu sanat ögelerini, yerinde ve sanat üreticisiyle yan yana durarak desteklemeli, sanata desteğini göstermelidir.

Sanatseverim diyebilmek için en başta tüm sanat camiası ve sanatçılarla dayanışma içinde olmak gerekir. Toplumsal olarak birliktelik gerektiren dönemlerinde, yerel sanatçıların da kendilerini öne çıkartabilmeleri için, sanatla iyileşmek için, sanatı dayanışmanın önemli bir parçası haline getirmek, gerçek bir sanatseverin aslî görevidir.

Bu tanım ve önermeler doğrultusunda kendini bir sanatsever olarak tanımlıyor musun? Gel, sorunun diğer yanıtına geçelim sanatseverlik kavramını daha toplumsal ölçekte ele alalım.

Sanat Sever Misiniz?

Sanatı sevmek konusu yalnızca sanatsever olmakla ölçeklendirilebilecek bir durum değil. Öyle ki bu konu sanat tarihi, modern sanat ve geleceğin sanatı bağlamında ele alındığında; sanat camiasının tüm bileşenleri ile değerlendirildiğinde daha kapsamlı ve makul bir hal alıyor.

Sanat konusunu önce tarihsel ve sistemsel bir hak sahipliği açısından değerlendirmekte fayda var. Asırlardır sorulan ve sorulmaya devam eden, bizim de hemen her söyleşide sanatçılarımıza yönelttiğimiz ‘Sanat sanat için midir yoksa sanat toplum için midir?’ sorusu hiç de gelişigüzel bir fikir ikiliği değil. Temelinde sanatın bir zümrenin elinde tuttuğu bir ayrıcalık mı olacağı yoksa toplumun geneline mi yayılacağını belirleyen bir çıkış noktası.

Sanat tek bir zümre tarafından tekelleştirilemeyecek kadar toplumsal bir kavram. Bu kavramı toplumsal faydaları, dönüştürme gücü ve etki alanı bakımından daha önce Sanatın Gücü başlıklı yazımızda ele almıştık. Oysa ki sanat, bu son derece kolektif haline ve toplumsal gücüne rağmen, tarih boyunca belirli zümrelerin tekelinde varlık gösterdi.

Sanat da toplumsal her kavram gibi küresel düzenin boyunduruğu altında. Bu yüzden tek bir zümre tarafından yalıtılmış, özerkleştirilmiş halde. Tarihte de günümüzde de burjuvazinin tekelinde bulunan sanat, bir yanı emek sömürüsü öte yanı sosyete olan oksimoron bir sıkışmışlık içinde. Çağdaş sanat adı altında sermaye gruplarının galerilerinde cemiyet hayatını bir araya getiren bir aygıt görevi görmeye esir edilen sanat ile toplumdaki bireylerin tanışması pek mümkün olmuyor. Elbette bunda eğitim sistemini de baş aktörlerden biri olarak değerlendirmek gerek. İlkokul döneminde verilen müzik derslerinin -günümüzde bile- blok flütten öteye geçememiş kısır hali, resim derslerinin teknikten uzak yüzeyselliği, eğitim sisteminin sanata yön veremeyen halini açıklamaya yetecektir. Elbette biraz şansın varsa ve hasbelkader bir öğretmen tarafından yeteneğin keşfedilirse ve ailen de desteklerse bir ihtimal erken yıllarda sanatla tanışma fırsatı yakalayabilirsin, kim bilir!

Oysa ki sanatta edilgen değil; etken konumda, etkin bir topluma ihtiyacımız var. Aksi halde sanat alanı çepeçevre kuşatılıyor; en önemli tavrı olan özgürlüğü ve en bariz şekli olan özgünlüğü dolaylı olarak elinden alınıyor. Bununla birlikte sanatı var eden sanatçıların yaratıcı emeğinin sömürüsü de bir sorun olarak doğuyor konunun tam ortasına. Hal böyle olunca büyük galeriler, en büyük dilimi rahatça kendine ayırabiliyor, emeği ile üreten sanatçıya ise deyim yerindeyse tadımlık bir lokma düşüyor.

Tekrar altını çizmekte fayda var, bu geçmişte de böyleydi. İlginçtir ki insanlık tarihi ile eş değer olan sanat tarihinde, sanat kavramı ilk defa sınıflı toplumlar döneminde tekelleşti. Sınıflı ilk toplumlarda, net bir ayrım vardır; egemenler ve işçiler. Sanat egemenlerin tekeline girmeye başlarken artan görevler sebebiyle görevler çoğaldı; tarım yapanlar ve zanaat yapanlar arasındaki makas açılarak bu gruplar birbirinden koptu. (Bugünkü sanat-zanaat ayrımının sebebi de budur.) Sanat sarayda, egemenlerin duvarları arasına hapsolurken halk kendi içinde, kendi sanatını doğursa da hâkim gerçeklikte sanatı yalnız bir zümrenin yapabileceği kanısı hâkim oldu. Yaratıcılık, artık sadece bir gruba atfedilmiş, ayrıcalıklı bir haktı.

Tarihte yaşanan aydınlanma hareketi ile sınıflar arasındaki dengeler değişme şansı yakalarken sanat alanında da yeni üretimler ile birlikte bir genişleme ve yüzünü daha geniş kitlelere dönme dönemi başladı. Spesifik olarak Antik Yunan’ın sanat alanında yaptığı sıçrama, yalnız sanat tarihinde değil insanlık tarihinde de büyük bir gelişme çünkü bu dönemle birlikte sanatsal üretim çeşitlenmeye başladı. Heykeller, adeta bu yeniliğin ve yenilikle gelen duyguların haykırıldığı araçlar haline geldi. Tarihin bu dönemine baktığımız zaman da sanat üreticisinin emeğini soylu kesime sattığını görüyoruz. Yani yine sanatçıların ürettiği eserler bir şekilde bir zümre tarafından satın alınıyor.

Sanatın hak sahipliği konusuna dönecek olursak sanatın, tarihte orta çağ döneminde kilise boyunduruğuna bile girdiği oldu. Dogmalar ve özgünlüğün bir arada olması nasıl bir ikilemdir? Ne var ki tarih sahnesinde ilerledikçe sanat bu tahakkümden kurtulup, zanaat loncalarının da desteği ile ilk defa en toplumsal haline büründü. Nihayet Rönesans ile hak ettiği harekete kavuştu. Özellikle bu dönemde sanat, kolektif emek ile üretilen bir yapıya bürüdü. Atölyelerde el birliği ile üretilen eserler usta-çırak dokunuşları ile var olmaya başladı. İlerleyen dönemlerde bireysel bir üretim formuna ulaşarak kendi bireyselliğini yakalasa da Fransız Devrimi ile sanatın yolu tam anlamıyla açıldı; yeni ufuklar, kavramlar, üretimler doğmaya başladı. Artık sanat eserlerinde felsefe, tabiat ya da düzene karşılık gibi olgular görünür hale geldi.

Sanat alanında üretilen -özellikle yazınsal- eserlerin kâr sağlayan birer metaya dönüşmesi matbaanın icadı ile hasıl oldu. Eserleri çoğaltılarak, kopyalanarak ve farklı nüshaları oluşturularak her biri, bir pazarlama ürününe evrildi. İşte bu icat, sanatı zanaatsal formundan çıkartarak endüstriyel bir kalıba sokan kırılımdır. Öte yandan, eserlerin sayılarının çoğalması ile daha geniş kitleler ile buluşmasını da sağlayan yine bu buluştur. Her satırda temize çeker gibiyiz; her şey zıttıyla mümkün! Eserlerin çoklu basımı “korsan” tabirini de hayatımıza sokmuş; orijinal eserlere ulaşamayan kitlelere eserin orijinal olmayan versiyonunu uygun görmüştür. Bu anlamda sanat hem kısıtlı kitlelere ulaşabilmiş hem de sanatçının hak sahipliği ihlal edilerek orijinal sanatın yalnızca imkân sahiplerine ait olduğu diktesi, gayri resmi yöntemlerle ilan edilmiştir.

Matbaa bugün sanat alanındaki hak korumasının önemli bir aracı olan fikri mülkiyet kavramını da beraberinde getirdi. Bir zümrenin elinden kurtulan sanat, yeni bir kavram karmaşasına gebeydi artık. Sanatçı düşünsel olarak ürettiği şeyi mi yoksa üretimi sonunda ortaya çıkan metayı mı satar? Müzik sektörünün, büyük ölçüde global reklam şirketlerinin elinde dönmesi bu konuya bir nebze açıklık getirecektir.

Günümüzde ise sanatçı görece daha özgür bir yaratma ortamına sahipken, üretim sonucunda ortaya çıkan eseri büyük galerilerin sahipliğine vererek, emeği ile ürettiği eserden neredeyse çok küçük bir kazanç elde etmekte. Öte yandan bu galeriler eserlerin satışını belirli bir sanatsever! gruba yapmakta ve aslında sanatı yine kendi galerileri içine hapsetmekte. Sanat tarihi açısından bakıldığında, sanatın bu denli ciddi bir ticari mal, ürün, meta haline geldiği başka bir dönem olmadı. Günümüzde modern sanat kisvesi altında, sınırı belirli bir ekosistemde yapılan sanat faaliyetleri ne yazık ki basit bir alışveriş halinden farksız. Sanat alanında çalışan emekçilerin, galerilere harcadığı uzun, yorucu ve tempolu mesailerine karşılık; bu galerilerden aşağı yukarı asgari düzeyde kazanç elde edebilmesi de bu tekel sisteminin ürünüdür.

Tüketime dayalı sistemde, kültür ve sanat endüstrisi, toplumdaki bazı bireylere ‘sanatsever’ kimliği vermeyi amaçlayan bir aygıta dönüştürülmüş durumda. Bugün bir eserin ederini, değerini, haber olma yeteneğini belirleyen yegâne unsur ne yazık ki ne sanatçının kimliği ne hisleri ne de eserin üretilmiş olduğu gerçeğidir. Postmodern dünyada, bir eserin değerini, eser sahipliğini de ele almış galeriler belirliyor. Üstelik sanat kadar aykırı, renkli ve toplumsal bu alan kirli paranın dolaşımı için de güzel bir aklama aracı haline sokuldu. Bu tekelleşme kendi ülkemiz içindeki galeriler ile sınırlı kalmadığı gibi küresel ölçekte kârlı bir piyasa halini aldı. Hollywood ile özdeşleşen Amerika’nın sanat pazarının çok büyük kısmını elinde tutması pek de tesadüf olmasa gerek. Bu açıdan bakınca sanatın direkt olarak sistem ile etkileşimde olduğu görülebilir bir gerçek artık.

Dijital alandaki gelişmeler sayesinde sanatın daha geniş kitlelerle buluşma imkânı yakaladığı bir gerçek. Ancak buradaki durumu da iyi analiz etmek gerek. Dijital pek çok mecra da güncel olarak aynı tekellerin elinde. Hendeseli gibi bağımsız platformları bir kenara ayırırsak, bir eserin sahipliğini ele alan online galeriler de ürünün farklı mecralarda sergilenmesi ya da satılması konusunda ciddi engeller koyuyor. Sözleşme ile sanatçının hakkı olan kazancı devreden çıkartmak için aldıkları acımasız komisyon oranları da cabası. Sanatçının toplum içindeki bireysel varlığının sürekliliği ve hayatını idame etme çabasının sürdürülebilirliği bakımından değerlendirildiğinde bu sistemin sanatçıyı kısıtladığı ve kendi dar çemberi içine aldığı görünen bir gerçek. Bu noktada çemberi çizenlere karşı; sınırları net, eşitlikçi, adil ve şeffaf yapılar kurmak bir gereklilik değil, zorunluluk halini aldı. Sanatçıların bu tekelleşmeye karşı üretimleri ve bağımsız sanat mecralarının kurduğu adil düzende, el birliğiyle yeni bir sanat ekosistemi, bağımsız bir sanat topluluğu yaratmak zaruri hale geldi. Hendeseli her şeyden önce bir sanatsever olarak, bu bağımsız ve özgür platformu kurdu ve özgür kalmayı seçen sanatçılara bu mecrada bir alan vermeyi hedefledi.

Artık bu noktada adil olmak sırası bir görev olarak sanatseverlere geçti. Çünkü bize göre sanatseverlik:

Etik sınırlar içinde üreten; doğayı, insanı, canlıları gözeten, eşitlik ve adalet talep eden, özgürce üretmek çabasında olan sanatçıların emeklerini tam da hak ettikleri şekilde vermektir.

Sanatın, sanatçının ve diğer tüm sanat emekçilerinin sürekliliğini, sürdürülebilirliğini desteklemektir.

Sanatı, sınırlarının dışına çıkartarak toplumun her tabakasını dönüştürecek şekilde sunulmasını teşvik etmektir.

Sanatını icra etmesi -herhangi bir şekilde- engellenen sanatçılara daha yüksek sesle, daha güçlü destek vermektir; bazen de alan açmaktır.

Sanat eserine yapılan ödemenin en büyük kısmının galerilere değil sanatçıya gideceği bir ortamı tercih etmektir.

Sanatı bir meta olarak satın almak yerine deneyimlemeyi seçmektir.

Hatta bir sanat eseri alırken doğa dostu paketler ve teslimat yöntemleri seçerek karbon ayak izini hesaplamaktır.

Hakkı sömürülen sanat emekçilerinin hesabını sormak, hakkını savunmaktır.

Şimdi en başa geri dönüp yeniden soralım..

Sanat sever misiniz? Yoksa görünüşte sanatsever misiniz?

Share:

Etik Üretim, Sorumlu Tüketim

menü

takipte kal

Hendeseli Blog © 2023 | Tüm hakları saklıdır.