Hendeseli Sanatçılarla yaptığımız Hendeseli Sanat Söyleşilerinin yeni bölümünde konuğumuz Safinaz Güneş..
- Safinaz Güneş isminden bahseder misin?
1989 İstanbul Eminönü doğumluyum. 2008 - 2012 Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü mezunuyum. Lisans tezimi ‘’Resimde İç Mekan ve Heykel Atölyeleri’’ olarak tamamladım. Atölyeler üzerine kurduğum bağı psikolojiyle sentezleyip yaşadıklarımla birleştirerek yansımalar serisine başladım. Kendi hayatımdan kesitlerle ve aynı zamanda çevremin, toplumun ve yaşam koşullarının yarattığı psikoloji, beni daha heyecanlı yapmakla birlikte üretmeye davet etti diyebilirim. Bu yüzden bu seriye makyajsız bir bilinçle girmek istedim !..
- Hangi alanda eserler üretiyorsun? Ürettiğin alanla ilk bağı nasıl kurdun?
Üniversitedeyken ilham aldığım kaynaklar farklıydı daha klasik ve ışık gölge oyunları yaptığımız bir barok sürecinden geçtim... Tabii ki bu durum resimlerimde de aynı etki ile izini bıraktı. Resim hayatına adapte olmamı ve beni geliştiren bazı ilk reprodüksiyonlarım var; Rembrandt Harmenszoon van Rijn ‘in ölmeden önce en son yaptığı otoportredir, (1669). Ayrıca Jusepe de Ribera: Penitent Saint Jerome (1652), ve John Singer Sargent ‘’El Jaleo’’ (1882) resimleridir. Kendime olan güvenimi ve tatminsel bir başarının anahtarını orada açtığıma inanıyorum.
İş hayatına başladıktan sonra yaşam standartlarım üretimime erken etki etse de ben devam etmekten vazgeçmedim. Zorlu bir sürecin 2 senesinden sonra bu aşamanın bende ki önceliği farklıdır çünkü yaşadığım ve içinde bulunduğum dünyanın kesitlerinden yola çıkıyorum. Evren, doğa, insan ve psikoloji!.. Sürecin bu gidişatını da 2 sene içerisinde oluşan bir tıkanıklığı serbest bırakmak olarak ele alabilirim. Kendi benliğimin Personası (maskesi) ile yüzleşerek bu seride ilk adımımı attım.
- Çalışmalarının konusunu neler oluşturuyor? Üretmekten en çok keyif aldığın başlık/lar nedir?
Konular 2012 ve 2017 yılları arasında farklı bir bakış ve geçiş açısı üzerinden başlıyor. Mezun olmadan önce ve sonrasına dayanıyor!. Üniversite de belli bir kalıp üzerine yönlendirildik. Rembrandth ve Caravaggio! Bu yapı anlayışından oluşturduğum bir seri beni daha da hızlandırarak ve öğreterek, gölgenin de bir gölgesi olduğunu ve boyalarımı renklerimi ona göre şekillendirdiğim gerçeğini bana empoze etti. Pek çok insan için kendini tanımak dış dünyaya yönelik konumlanışını anlamaktan ibarettir. Bütünlüğe uyumlu olmanın avantajı belki de burada yatıyordur. Mezun olduktan sonra bu psikolojiye yönelmem, belki de insanın kendi doğasına göre yaşamalı olduğunu, kendi hakkında ki hakikatiyle yüzleşmesi ve iletişime girip farkındalık yaratabileceği bir adım atması, önemli bir üretme amacını yansıttığı ile ilgilidir. İlk adıma bir film ile başladım! PERSONA INGMAR BERGMAN! İçinde bulunduğum psikolojik bir dönemden esinleniyor. Üretmekten keyif aldığım alanların sınırı yok, keza üretirken o sınırı olmayan özgürlüğün başlığını kendim olarak nitelendiriyorum..
Bilinç, bilinçdışı, ego, iç güdüsel isteklerin farkına varan insanın kişilik ağırlık merkezini başka bir yerde konumlandırması, onun gölgesi, animası ,animusu, benliği ya da aktif imgeleme metodu (kendini gözlemleme) ile oluşturduğu bir bastırma kuramı!.. Çok yönlü kuram olduğunun farkındayım lakin kendi varlığımız ve hiçliğimiz üzerine daha ne kadar açık olunabilir ki? Kendimizin analitik psikolojisini basit bir ayna sayesinde belki de keşfediyoruz. Cesaretimiz varsa!
- Üretim aşamasına geçmeden önce nasıl bir hazırlık süreci geçiriyorsun? Sana süreçte eşlik eden kaynaklar oluyor mu?
Resimlerimde tanıdığım ya da tanımadığım insanları model alarak oluşturduğum yansımalar serisinin ana metni; her insanın yüzleşmesi gereken bir personası olduğudur. Üretim aşamasında samimiyetini bilmediğim, tanımadığım yabancı olan yüzlerin personasını (maske) tuvallerimde konu bütünlüğüne daha uygun buluyorum. Yarattığım bu bilinmeyen yüzler; uyumlu, uyumsuz, bilmek istemedikleri kendi yüzleri oluyor ve yüzleşmek zorunda kalıyor. Kendileri ile yüzleşmesine araç olmak bir ayna etkisi gibi onlar için de değişik bir psikolojik bir yörünge oluyor.
Bu süreç beni fazlasıyla heyecanlandıran bir geçiş olmakla birlikte toplumsal psikolojimizin arafta kalmadığını ve kişisel benliklerimizin farkındalığını arttırmak adına olan bir uyum olabileceğidir. İlginçtir ki tanımadığım halktan insanların buna çok istekli olduğudur. Bir psikoloğun sorduğu basit soruyu sormak o kişiyi farklı bir yöne nasıl konumlandırıyorsa; bir sanatçının aynı soruyu aynı kişiye sorması farkındalık yaratmaktadır. Çünkü bilinç ve kendini tanıma yetisi psikolojik yönde iyiye ve kötüye gidebilir ve bu içselleştirme yaratır. Kaynaklarım halk, kaybedilen benlik, içsel bütünlük ve ben!
Bana bu konuda eşlik eden Carl Gustav Jung ve İsveçli yönetmen Ernst Ingmar Bergman’ın filmleri özellikle ‘’Persona ve Yedinci Mühür …’’ dür..
Bergman’ın başyapıtıyla aynı ismi taşıyan Persona kavramı, Carl Gustav Jung’un en temel teorilerindendir. Buna göre, dünyaya gösterdiğimiz dış yüzler, başkalarının görmesine izin verdiğimiz ya da izin vermediğimiz, kendimizin parçası personamızdır. (maskesidir)
Sürecimi ‘’Başkalarına karşı sen ile yalnızken ki sen arasında ki uçurum’’ olarak nitelendiriyorum!
- Antroposen çağında üreten bir ressam olmak nasıl bir durum? Bu çağın atmosferinin işlerine etkisi nedir?
Gündelik karşılaştığımız duyguları tuvale yansıtmaya çalıştığım da, insanların o an yaşadığı duyguları tiyatral bir gözlem sürecinde değerlendirmek ve o aynı sistemin içinde olmak, iyi ya da kötü deneyimlediğim bu süreçte bana sadece heyecan ve öğreti katar.
Yeryüzünde ki insan etkisini gösteren bir grafik vardır. Politik ve Sosyal etkileşim, Küresel ısınma, Sanayileşme, hızlı kentleşme, ormansızlaşma vb.. gibi! Bu bağlı türler nasıl yok oluyorsa, insan ruhu da bu yok oluşuma alışılmış bir bedene sahip oluyor.
Bir insanın ekolojik sorunlar yarattığı, dönemsel dengeyi bozan sonuçta yine kendisidir. Kendi içinde yarattıkları ruhsal sanayileşme, yok oluş ve bitiklik!
İnsanlar bireyselleşme ve toplumsallaşma deneyimini yaşaması ve göstermesi gerekir. Uyguladığımız sanatın her açısını gözlemlediğimiz şekilde başkasına aktarmak bizi ileriye götüren, görsel zekamızı ya da duyularımızı güçlendiren bir araçtır. Y.y.’dır çözümlemeyi, yaratmayı, üretmeyi biz psikolojik olarak; anlamak, anlatabilmek, anlaşılmak ve öngörebilmek adına dengede tutmaya yarayan tek gerçeklik olarak görüyoruz. Özellikle dönemsel bir ruhsal değişikliğin insanlarla alakası olduğu gibi iklimle de alakası vardır. Bu kendimizden haberi olmayan benliklerin, iklimle flörtleşmesi gibidir!. Ruhsal ekosistem ilk önce bizim kendi içimizde ve ruhumuz da başlamalı.
- "Sürdürülebilir sanat" sana ne ifade ediyor? Sanat alanındaki sürdürülebilirlik politikalarıyla ilgili düşüncelerin nedir? Geliştirmek adına neler yapılması gerektiğini düşünüyorsun?
Sanatın bir çok yörüngesel paradigmaları vardır. Bireysel ya da toplumsal, bu farkındalığı küçümsememeliyiz! Kelebek etkisi gibidir çünkü, öngörülemez sonuçlar doğurur. Sembolize ettiği şey ise dönüşümdür. Sürdürülebilirliği nesne üzerinden değil, ruh ve düşünce olarak kodladım. Ayrıca mental yoğunluğumuzun ve yorgunluğumuzun bedenimize olan zırhını temsil etmesiyle de devam etmek istiyorum. Bakıldığında sanatsal eylemler eski yy’lar da politik bir kimlik ve özümsenmeyi bekleyen kişilikler üzerineydi! Şu an da daha çığır açmış bir yola girsek de bu da sanatta toplumsal dönüşümün kapılarını açtı ve hızla ilerliyor. Modern ve Çağdaş Sanat, Plastik Sanatlar… vb.. gibi ya da kendi benliğimiz… Bilemiyoruz çünkü bilmek istemiyoruz ya da olağan durumun dışında kalmak istiyoruz.
İnsanın toplum içerisinde ki zorunlu politik rolü bu açılan kapılar da hedefleri davet etti. Modern ve Çağdaş sanatın öncesinde ki klasik anlayışı görememekten hayıflanan izleyici, aslında görmekten kaçındığı ya da empoze edilen sürdürülebilir bir düşünceye sahiptir. Alışılagelinmişlik ne kadar tuhaf bir kelime ise anlaşılabilirlikte yaşamlarımızda tuhaflaşıyor. Herkes anlamalı aslında bunun adı sadece sanat değil sürdürülebilmenin yoktan var etmek gibi bir mucizesi olduğunu! Ekolojik, ekonomik ve sosyal sürdürülebilirlik sanatla buluştuğun da, topluma görsel ve dinginlik veren bir araç olabilir!... Aslında zenginlik tabiri bu yapıdaki düşünsel zihindir..
- Sanat sanat için midir? Yoksa sanat, toplum için midir?
Günümüz de hala tartışmalı bir soru olsa da üretim yapan bir insanın yaklaşımı bakidir. Bu iki yaklaşım birbirini tamamlayan bir dengedir aslında! ‘’BİLİNÇ ve FARKINDALIK YARATMAK!’’ Sonuç olarak bu tartışmalar; insan deneyimlerinin derinliklerine ve sanatın çok yönlü olmasına dair önemli soruları ortaya koyar. Bu yüzden sanatın çok yönlü olması, her iki yaklaşımda da değer ve yarattığı etkileri üzerine ne yapmakta olduğumuz ile ilgilidir. Bu bilinçtir ve yarattığı etkiler hesaplaşmadır! Toplum ve sanat arasındaki yüzleşmeyi ahlaki olarak kılmayı bu yüzden sorumluluk adı altında taşırlar. Biz Ne’yi, Kim’i, Niçin’i sorgulamalıyız! Nedeni bu yaklaşımın cevabıdır!