Hendeseli Sanatçılarla yaptığımız Hendeseli Sanat Söyleşilerinin yeni bölümünde konuğumuz Nilüfer Topal..
- Nilüfer Topal isminden bahseder misin?
Tabi, 1982 İstanbul doğumluyum. 2004 yılında Marmara Üniversitesi Resim-İş Öğretmenliği’nden mezun oldum. Daha sonra aynı okulda yüksek lisansımı tamamladım. Bir yandan atölyemde resim dersleri de veriyordum. Mezuniyet sonrası kurumsal olarak sanat eğitmenliği yapmaya başladım. Aynı zamanda kişisel olarak sanat üretimimi de devam ettiriyorum. Geçtiğimiz yıl bir kişisel sergi açtım, zaman zaman da çeşitli galerilerde sergilere dahil oluyorum.
- Hangi alanda eserler üretiyorsun? Ürettiğin alanla ilk bağı nasıl kurdun?
Resim yaparak kendimi ifade eden bir sanatçıyım. Aslında herkes gibi resim yapmayı seven bir çocuktum. Sonrasında profesyonel olarak resmi anlamam lisede oldu. Bakırköy Kız Meslek Lisesi’nde Resim bölümünü bitirdim. Lise eğitimim esnasında resimle ilgili olabilecek tüm alanlara dair eğitim aldım aslında. Grafik, desen, moda tasarım, geleneksel sanatlar, teknik resim, tekstil gibi tüm alanlara dair çalışmalar yaptık. Sonrasında üniversite eğitimiyle şekillendi süreç.
- Çalışmalarının konusunu neler oluşturuyor? Üretmekten en çok keyif aldığın başlık/lar nedir?
En başından bahsedecek olursam mekân detayları hep ilgimi çekmiştir. Buna enteriyör diyebilir miyiz bilmiyorum… Çünkü mekânı genelinden ziyade oradaki bir nesneye ya da nesneler grubuna odaklanarak çalışmayı seviyorum. Portre yine sevdiğim ve tercih ettiğim konulardan biri olmuştur her zaman. Son zamanlarda ise sembolik diyebileceğim bir alana kaydım gibi. Doğaya ve insan doğasına ait sembollerle iletişim kurmaya çalışıyorum diyebilirim. Yani bir masaldan ya da doğanın döngülerinden yola çıkarak insanın derinliklerine dair konuları sembolize eden hikâyelere yoğunlaşmayı tercih ettim.
- Üretim aşamasına geçmeden önce nasıl bir hazırlık süreci geçiriyorsun? Sana süreçte eşlik eden kaynaklar oluyor mu?
Açık konuşmak gerekirse hiçbir zaman elinde eskiz defteri ile gezen ve sürekli görsel notlar alan bir sanatçı olmadım. Sadece resim yapmaya karar vermemle ilerliyor süreç. Ya da resmini yapmaya değer bulduğum anlamlı bir an, kişi ve yerle karşılaşmam gerekiyor. Tabi okumalarımla da şekilleniyor hazırlık süreci. Derinleştikçe burayı besleyecek kaynaklar çıkıyor karşıma. Filmler ve kitaplar… Bazen kişiler yahut usta ressamlar…
- Antroposen çağında üreten bir sanatçı olmak nasıl bir durum? Bu çağın atmosferinin işlerine etkisi nedir?
Dünyayı ve doğayı bu kadar tükettiğimiz ve müdahale ettiğimiz bir çağda, sanatçılar çokça insanın doğayla daha bütün yaşadığı döneme duyduğu arzuyu dile getiren işler yapıyorlar. Benim çalışmalarım da aslında bu bağlamda değerlendirilebilir. Arka planında doğanın ve insanın döngüsünün olduğu bir yolculuk içerisinde kendimin de nerede olduğunu bulmak ve doğru konumlandırmak amacıyla epeydir uğraşıyorum. Burada da yol göstericilerim kadim bilgiler ışığında mitler, rüyalar ve psikoloji oldu. Son zamanlardaki resimsel arayışlarım unuttuklarımı hatırlamak ve doğanın ihtişamı üzerine notlar olarak da görülebilir.
- "Sürdürülebilir sanat" sana ne ifade ediyor? Sanat alanındaki sürdürülebilirlik politikalarıyla ilgili düşüncelerin nedir? Geliştirmek adına neler yapılması gerektiğini düşünüyorsun?
Bu çok karmaşık ve geniş perspektifi olan bir konu. Ekolojiyle, tasarım ve modayla aynı zamanda eğitimle de ilişki içerisinde. Sanat da nihayetinde tüketilmek üzere üreten bir alan. Üretim ve tüketimin bir arada olması zaten simbiyotik bir ilişkiyi barındırıyor. Elbette tamamen doğal malzemelerle oluşturulan arazi sanatı görüntüleri, dönüştürülmüş malzemelerden oluşan tekstil ürünleri ya da doğal enerji kaynakları ile çalışan kinetik heykelleri başarılı buluyorum. Ama bu yaklaşım bireysel çalışmanın ötesinde sosyal politikaları da ilgilendiren bir durum. Tüm üretim sürecini bu hale getirmek çok mümkün görünmüyor bana göre. Örneğin üretim sürecinde kullandığım malzemeleri düşünüyorum zaman zaman… Kullandığım boya, tiner, fırça temizlemek için kullandığım bez parçaları ya ıslak mendiller bile aslında doğaya zarar veren malzemeler. Bunları düşündüğümde benim de kendimi sorguladığım oluyor. Ama böyle düşünürsek de tümden üretimi durduruyor olmam/olmamız lazım.
- Sanat sanat için midir? Yoksa sanat, toplum için midir?
İkisi için de olabilir ama önce benim için diyebilirim. Yani sanatçı için… Çünkü kendi içsel ihtiyacımdan doğan bir şey bu… Sonrasında topluma ya da sanata ait olabilir. Tabi bu söylediğim şey yaşadığımız çağ için geçerli. Öncelikle benim ihtiyacımdır diyebilmek gotik dönem ya da bir rönesans sanatçısı için çok mümkün görünmüyordu herhalde.