13 Tem 20245 Dakika

Damla Dersin Tatlıdil ile Söyleşi

Post thumbnail

Hendeseli Sanatçılarla yaptığımız Hendeseli Sanat Söyleşilerinin yeni bölümünde konuğumuz Damla Dersin Tatlıdil..

  1. Damla Dersin Tatlıdil isminden bahseder misin?

Ailenin üçüncü ve son kız çocuğu olarak doğduğumda annemle babamın evliliklerini bitirmelerine üç yıl kalmış. Babam da espri anlayışı olan biri olarak, nüfusa adımı yazdırırken habersizce ailemizi derlesin, toparlasın diye düşünerek ikinci isim olarak “Dersin” yazdırmış. Annem bile küçükken sorduğumda sebebini bilmiyordu, uzun bir süre annem de babam da seksenli yılların solcu gençlerinden olduğundan Dersim’e bir gönderme yaptığını düşündük. Sonra gerçek ortaya çıktı :)

  1. Hangi alanda eserler üretiyorsun? Ürettiğin alanla ilk bağı nasıl kurdun?

Annem alanında eğitimli ve işinin her türlü aşamasında çalışmış çok iyi bir terziydi. İzmir’de bir dönem evimizdeki atölyesinden yıllarca çalıştı, benim de küçük yaşta dikiş dikmeyi, kıyafet ya da kostüm tasarlama işlerini bolca deneme şansım oldu. Kendime elimde basit elbiseler dikip sokağa çıkar, dikişleri patlayınca acilen eve koşardım. Annemin tiyatro kostümü işlerinde çalışma şansım oldu ve kostüm, moda alanlarına ilgim arttı. Doğal olarak her zaman malzemenin, yaratıcılığın içinde oldum ve bu anlamda hep desteklendim. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tekstil Tasarımı bölümünde lisans eğitimi aldığım sırada moda alanından daha çok tekstil sanatlarına ilgi duyduğumu farkettiğim bir zaman oldu. Dokuma yapma veya iplerle, boncuklarla heykeller yapmanın malzemeyle sürekli iç içe ve el ele olduğum üretim biçiminin bana hitap ettiğini anladım. Zanaatkar tarafımı güçlü tutmak istiyordum. Aslında okulda nakış üzerine ders almadık, fakat tez konularımı işlediğim zamanlarda ilk defa resimsel nakış/iplikle resim yapmaya başladım. Kendi kendime bir öğrenme sürecim oldu, bu yıllarda bir dönem dövme sanatını öğrenmeyi de denedim. Nakış tekniğimi geliştirmek için sevdiğim sanatçıların işlerini tekrar iplikle yorumlayarak, dokuları ve renkleri başka bir malzemeyle tekrar yakalamayı öğrenmeye çalıştım. Zamanla kendi imgelerimi nakışlamak için de zemin oluşmuş oldu. Tıpkı iplik gibi cam boncuklarla nakış yapmaya, tuval üzerinde akrilik ya da suluboya ile nakışı birleştirmeye, punch iğnesi ile nakışa başladım.

Hâlâ sık sık röprodüksiyon çalışmaları yapıyorum. Bunun dışında son zamanlarda ‘tufting’ ile dokuma diyebileceğimiz, yeni bir teknik öğreniyorum. Bu şekilde daha çok tasarım ürünler veya gene nakışta yaptığım gibi resimsel duvar halıları yapmayı düşüyorum.

  1. Çalışmalarının konusunu neler oluşturuyor? Üretmekten en çok keyif aldığın başlık/lar nedir?

Çalışmalarımda ortak bir konu bütünlüğü ancak yeni yeni ortaya çıkıyor olabilir. Bunlar genelde renklerinde, leke veya çizgilerinde kırılganlık görebileceğiniz insan imgeleri, anılarımdan yola çıkarak yaptığım ya da gece, orman, yalnızlık, boşluk, travma, yaşadığımız ikilemler gibi farklı temalar olabiliyor. Kendimi kısıtlamayı ve kendi yollarımla aktarmaya çalıştığım bir şeyi, net başlıklara bölmeyi çok sevmiyorum. Japon baskılarındaki manzaraların veya Egon Schiele’nin figürlerinin hayranı olduğumu biraz belli ediyorum. Nakış doğası gereği çok yavaş ve meditatif tarafları da olan bir iş olduğundan, kendimle yaptığım iç konuşmalar, çözmeye çalıştığım ikilemler ve durumlar doğal olarak işe yansıyor, benim konum oluyor. Hatta ilk iş girişimimin ismi “Jouska Brodery” de anlamını buradan alıyor, jouska, içimizden kendimizle yaptığımız konuşmalara deniyormuş. Aslında bence bunlar hayatımızdaki en önemli konuşmalar.

  1. Üretim aşamasına geçmeden önce nasıl bir hazırlık süreci geçiriyorsun? Sana süreçte eşlik eden kaynaklar oluyor mu?

İlk aşamada suluboya veya yağlı pastel gibi malzemelerle resmimi yapıp renkleri, akışkanlığı veya dokuyu temelde belirlemiş oluyorum. Çoğunlukla kendim seçtiğim kumaşlarla önceden tuval yaptırıp kumaşa çizimi temel hatlarıyla aktarıp nakışa öyle başlıyorum. Fakat elbetteki resmi ince nakış darbelerine veya boncuklarla örülmüş cam bir mozaiğe dönüştürürken oluşan doku, üzerinden yansıyan ışık, o anın çağrışımlarıyla başka bir sonuca gidiyor ki bu beni işin heyecanlandıran kısımlarından biri sanırım.

  1. Antroposen çağında üreten bir sanatçı olmak nasıl bir durum? Bu çağın atmosferinin işlerine etkisi nedir?

Kendi de bir insan olan ben, insan türünün doğaya, hayvana, insana egemen olmasından rahatsız biriyim. Hayvanların mal, eşya ve hatta yiyecek statüsünde tutulmasına karşıyım. Daha basit ve barışçıl bir yaşamın herkes için mümkünlüğü sanırım insanlık olduğu sürece kendi savaşını verecek. Kötülük hızla çoğalıyor ama birazcık umut ve dayanışma da bizi hayatta tutabilecek tek şey. Bu çağın kendisi bazılarımız için bir cehennemdir. Doğal olarak konularım da sanırım biraz bunların ağırlığını taşıyan, sorumluluğunu duyan ya da bizzat mağduru olan birilerini ifade ediyor.

  1. "Sürdürülebilir sanat" sana ne ifade ediyor? Sanat alanındaki sürdürülebilirlik politikalarıyla ilgili düşüncelerin nedir? Geliştirmek adına neler yapılması gerektiğini düşünüyorsun?

Sanatçı malzeme seçiminde daha özgür ve bilinçli, sürdürülebilir seçimler yapabilir, kişileri bu yönde harekete geçirebilirse de doğanın hızla tükenmesine sebep olan daha büyük yapıları, mekanizmaları veya düşünce kalıplarını oymak bana göre daha anlamlı. Fakat anlamlı olabilmesi için sanatın kişilere ulaşması, dokunabilmesi gerekiyor. Bunun için galerilerden çıkması malzemenin daha bilinçli, akıl birliği ile kolektif üretimlerle, daha pratik sonuçlar üreten, toplumun acil ihtiyaçlarını karşılayan çözümlere kavuşturulması sağlanabilir. Fakat bunun için toplumun da sanatçıya kulak vermeye, harekete geçmeye hazır olması gerekiyor. Belki de öncelikle hepimizi ve sorumlu olduğumuz dünyanın geri kalanını ilgilendiren bir sorunu öncelikle ciddiye almayı, bunun için harekete geçmeyi göze almayı, toplum olarak ortak bir amaç için örgütlenmeyi, bireysel hayatlarımızda devrimci değişikler yapmayı göze almalıyız. Sanatçı tüm bu ilhamı saçabilecek potansiyele sahip, toplumu harekete geçirebilecek gücü ise buna örnek olarak yakalayabilir.

  1. Sanat sanat için midir? Yoksa sanat, toplum için midir?

Bu konuyu bu soruyla ele almak durumu siyah-beyaza indirgemek oluyor bana göre. Sanatın kendisinin toplumun gerçeklerinden bağımsız olamayacağını ama sanatçının da üretirken tek itkisinin toplumsal konular olmadığını, bu ikiliğin bir şekilde birbirine içkin olduğunu düşünüyorum. Bir şeyler üretme kaygısı olan ve bunu içgüdüsel ve engellenemez bir şekilde yapan kişi, algıladığı her şeyi konu edinebilir zaten. Bunları aktarırken belli konu başlıkları seçmekte veya seçmemekte özgür olmalı bence.

Aslında üretirken kişisel bir konu işlese bile, kendisini ve onu yönlendiren şeyleri onun toplumun bir parçası oluşundan, doğal olarak konusunu gene bir toplumsal ifade olmaktan da çıkarmıyor bence. Bir kişi sanatçının eseri ile etkileşime girdiği zaman tamamen sanatçının imâ ettiklerini anlamak zorunda olmadığı gibi tamamen anlaması mümkün de değil zaten. Sanatçı bile çoğu zaman aktarmaya çalıştığı şeylerin ne kadarının bilinçli ne kadarının bilinç dışı olduğunu bilemeyebilir. Belki de algılayanın, gördüğü imgede kendi çağrışımlarının payının olması, kendini aşması ardından kendi yeni sorularına ve çıkarımlarına gitmesi zaten daha zengin bir topluma yol açar.

İşlerini İncele
Share:

Etik Üretim, Sorumlu Tüketim

menü

takipte kal

Hendeseli Blog © 2023 | Tüm hakları saklıdır.